22 Şubat 2014 Cumartesi

Artık Yünlerim Battaniye Oldu : )


Elimde bir dolu artık yün ve onlardan kurtulmak isteyen ben.
Ne yapsam ne yapsam diye düşünürken harika fikir ablamdan geldi.
Sıra sıra ör battaniye olsun, hem iplerin değerlenir hemde ısınırsın dedi : )



Öyle keyifle örülüyor ki fikir yurt içi, yurt dışı bütün sülaleye yayıldı : ))) Herkes döktü artan yünleri ortaya bir gayret örüyor :)))
Benim açımdan işin bir keyifli tarafıda her yünün birini hatırlatması.
Mesela en dış kahverengiden babamın hırkası vardı. 
Kırmızıdan benim elbisem, maviden ablamın, yeşilden yeğenimin kazağı : )
Hani çok çok eskiden seccadeler yapılırdı ya, dede gömleğinden, teyze elbisesinden kalan kumaşlarla. 
İşte aynen o hesap : )
Ben bu fikri çok sevdim, bu kadar kargaşanın arasında ( malum 1 ay oldu tadilat daha bitmedi) keyifle ördüm. 
Sizlere de fikir olur umuduyla.
Sevgiyle...

İnstagram@bybucanni

11 Şubat 2014 Salı

Ustam ve Ben / Elif Şafak

" Allah'ın yarattığı, şeytanın şaşırttığı bunca insandan 
sadece bir avucu keşfedebilmiş Arzın Merkezini - iyi ile kötünün, geçmiş ile geleceğin, ben ve sen ayrımının kalmadığı; zamanın hep bu an olduğu, kavgasız savaşsız bir asude diyar. 
Buldukları yer öylesine güzelmiş ki dilleri tutulmuş.
  Melekler hallerine acıyıp iki seçenek sunmuşlar. 
Şayet konuşma kabiliyetlerini geri almak istiyorlarsa, gördüklerini unutmaları gerekiyormuş. 
Her şey silinecek ama kalplerinde bir boşluk kalacakmış. 
Eğer gördüklerini hatırlamayı tercih ediyorlarsa , o zamanda zihinleri bulanacakmış. 
Böylece, kimsenin bilmediği o beldeye varanların yarısı, yüreklerinde bir eksiklik duygusuyla dönmüş.Yarısı da akılları karışmış halde. 
Hasret çekenlere "aşıklar" denmiş; kafasında sorular olanlara da "şakirtler." 
Birinciler aşkı öğrenenlermiş, ikinciler ise öğrenmeye aşık."

**********

"Yaptığın işi gönlünde hissedersen, ırmaklar çağlar içinde."

********** 

"Diz çök, şükret Mevla'ya. Ne diye kurcalıyorsun?
Kucağına düşen nimeti öp başına koy, nereden geldin diye sorma."

**********

Hepimiz Aynı görünmez gök kubbenin altında yaşıyor, didiniyoruz. Zengin ve fakir, Müslüman ve vaftisli, kadın ve erkek, efendi ve köle, sultan ve filbaz, usta ve çırak...
Bütün ayrımların ortadan kalktığı bir hal var, tekmil sesler kubbede toplanıp som bir sessizliğe dönüştüğünde. Belki de kainatın merkezi yerin altında değil, üstünde: Kubbede.

Eif Şafak/Ustam ve Ben

Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz, aşkı öğrenemesek de…

Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. yüzyılda İstanbul… Hindistandan gelen beyaz bir fil ve onun sırlarla dolu bakıcısı: Çota ile Cihan. Filbaz aynı zamanda bir üstadın çırağı. Ustası ise Sinan. Bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimar.
Elif Şafakın muazzam hayal gücü ve zengin diliyle Osmanlı tarihinin derinliklerine doğru şaşırtıcı bir yolculuğa çıkıyoruz. Karşılıksız bir aşk, iktidar kavgaları, yobazlığın ortasında yeşeren sanat ve beklenmedik bir ihanet…
Bir tarafta bilime ve öğrenmeye inananlar, bir tarafta gelişmeyi durduranlar...
Ustam ve Ben, tarihi kişiliklerin, camilerin, kütüphanelerin, türbelerin, köprülerin resmigeçit yaptığı, rengârenk, canlı, sürprizlerle dolu bir dönem hikâyesi…

Öyle bir hayal dünyası ki içindeki konular ve tartışmalar günümüze dair de çok şey söylüyor. Uzun süre hafızalardan silinmeyecek, çok konuşulacak bir roman.

"İstanbul dediğin unutkanlıklar şehri. Orada her şey suya yazılmış. Ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa kazınmış. O taşlardan birine bir sır sakladık. Çok zaman geçti üzerinden, nice alametler birikti ama hâlâ orada olmalı, bıraktığımız noktada. Bilmem bulan çıkar mı? Bulsa bile anlar mı? Ustamdan geriye kalan yüzlerce eserden ve binlerce, binlerce taştan bir tanesi var ki, altında gizli Arzın Merkezi."


Sevgiyle ve Aşkla...

INSTAGRAM bybucanni

 

KAÇ KİŞİ ONLINE